2022 Mart - Nürnberg - Hürriyet Gazetesi Röportajı
Bu başlığı attığımıza belki kızacak ama, Latif Çelik’in kayıp tarihimizin izlerini aramaya koyulduğundan beri ‘yoruldum’ dediğini duyan yok çevresinde. 1981 yılında çıktığı iki milletin ortak kültürel mirasını araştırma çalışmaları giderek sevda yüklü bir görev aşkına dönüşmüş onun için. Avrupa’nın ortasında kaybolmaya yüz tutmuş kültürel mirasın peşinde bir ömür koyan Latif Çelik, 200 bin kilometrelik heyacanlı bir yolculuğu “İnsanlığa hizmet için katlanıyorum” diyecek kadar mütevazi bir kişiliğin sahibi...
Türk-Alman ilişkilerinin gizemli dönemlerini müthiş bir yorum ve heyecanlı bir tarif ile anlatan Çelik, bir ömür süren kültür tarihi araştırmalarını akademik çalışmalar ile de taçlandırmış. Almanya içindeki onlarca taşınmaz Türk izini ve kültürel değer yanında yüzlerce arşiv kayıtlarını ortaya çıkararak iki milletin ortak kültürel mirasına önemli katkılar sağlayan Latif Çelik çalışmalarını gazete, dergi, kitap, konferans, çalıştay ve sempozyumlar ile de bilimsel platformlara taşıyıp insanlığın ortak kültürel mirasi haline getirmeyi de başarmış. Bitmez tükenmez enerjisi ile 40 yılda 40’dan fazla bilinmeyeni akademisyen camianın çalışmalarına taban oluşturacak konuma getiren Latif Çelik’i başkanı olduğu Kültür, Tarih ve Entegrasyon Araştırmaları Enstitüsü’nde kitapların arasına kaybolmuş şekilde bulduk. Gözlüklerin arkasında gülümseyen yorgun gözler birkaç saatte bizi de kültür tarihinin aşığı yapmış olmalı ki sizi de sohbete dahil edelim istedik. Latif Çelik’i dinlerken hem kültürel mirasımızdan haberdar olduk, hem de heyecanlı kültürel anekdotlar ile insanlığın ortak mirası olan konuların barış ve dostluğa sağlam bir temel oluşturduğunu fark ettik.
* Avrupalı Türkler sizi iyi tanıyor, siz kendinizi nasıl tanıtırsınız?
Adana doğumluyum ve 1980 yılından beri Almanya’da yaşıyorum. Gençlik olayları nedeniyle yarım bıraktığım eğitimi burada tamamladım. İktisat ve Siyasi tarih alanında eğitim aldım. Zamanla tarih ekseninde uzmanlaşma yoluna gittim. Elbette merceği uzun yıllar önce Türk-Alman ilişkilerine doğrultarak bu alana yoğunlaştım. Yeter mi?
* Yetmez ama evet (gülüyor). Ne zamandan beri yollardasınız, kolay değil yaptığınız iş?
Öncelikle kişi yaptığı işi sevmeli. İnsansın yorulursun, ama seni sürekli motive eden bir düşünce olmalı yaptığın işin akrakasında.
* Anladım, beni bu çalışmaya sevk eden bir düşünsel iç güdü var demek istiyorsunuz?
Güzel benzettiniz, her meslek kutsaldır ama ben onca kutsal meslekten oldukça mütevazı bir şekilde bunu seçmişim. Belki de meslekler paylaşıldı veya dağıtıldı, bana da tarihçilik düştü diyebilirim. (Gülüyor)
‘BİR TARİHÇİ OLARAK MİSYONLARIM VAR’
* Sizin basitleştirerek anlattığınız çalışmalardan 11 kitap ortaya çıkmış, bunun neresi basit?
Bir meslek insana öncelikle zevk vermeli, kişinin bir ideali, ortaya koymak istediği bir eser hayali olmalı. Bir hedefi olmayanın yaptığı iş ya paragözlük adına hummalı bir çalışma ile geçen bir ömür, ya da ne yaptığını fark edemeden geçen bir dünyevi kargaşadır.
* Bekledim tarif edecek misiniz diye ama kıyısından döndünüz. Nedir sizi modern dönemin Evliya Çelebisi gibi Almanya’nın ücra köşelerindeki kilise arşivlerinde günlerce sayfa karıştırmaya zorlayan?
Kimsenin beni zorladığı yok, ben istiyorum. Çünkü benim bir insan, bir tarihçi ve bir araştırmacı olarak içini doldurmam gereken misyonlarım, mesleğime karşı sorumluluklarım var. Bunlar bana şevk veriyor. Şu an Almanya genelinde gitmem gereken kilise, görmem gereken saray kroniği veya özel arşivler var. Bazıları 3-5 yıldır bekliyor.
* Misyonunuzu merak ediyorum?
Kişi en iyi çalışmayı sevdiği, hayal ettiği alanlarda yapabilir. Ben Türk asıllı bir Alman, Türkiye’den gelen, Almanya’da kalan bir akademisyenim. Ülkenin en köklü eğitim kurumların imkânlarını kullanabiliyorum. Türkiye’de doğan, gençliğini doya doya yaşayan, 80’li yılların kargaşasında Almanya’ya savrulup bütün olumsuzlukları iliklerine kadar yaşayarak bu ülkede ayağa kalkmayı başarabilen biriyim. Burada bir çekirdek aile, sevdiği meslekte kariyer ve kendi işinin fikir babası olabilme imkânına kavuştum. Bunların bana yüklediği bir sorumluluk var. Daha çok araştırmak ve sonuçlarını insanlık ile paylaşmak benim çalışmalarıma değer biçtiğim, haz duyduğum andır.
‘İKİ KÜLTÜRE DE BORCUM VAR’
* Pekiyi bunlar yetmez mi?
Yetmez tabii, benim iki ülkeye ve iki kültüre de borcum var, bunu çalışmalarım ile ödemeliyim. İki ülkenin karşılıklı ilişkileri biliniyor ama, çok yüzeysel. Bunların derinliğine inip, kültürel kodlarını ortaya koyarak karşılıklı ilişkileri kullanabilecek bir zemine taşımayı arzu ediyorum.
* Bu söyledikleriniz aynı zamanda siyasetin işaretini veriyor?
Ben siyasetçilere uzağım, ama onlar benim çalışmalarımdan faydalanmak isterlerse memnun olurum. Son dönemde bilimsel değil, yüzeysel bir gözlük üzerinden söylem geliştirildiği için heyecanı yüksek ama içi boş, afaki ve anlamsız cümleler kurulmaya başlandı. Bilim insanı ortaya koyduğu ile değerlendirilir.
* Türk-Alman ilişkilerinde ‘Kültür Tarihi’ diye bir söylem geliştirdiniz, bunu nasıl başardınız?
Tarih, geçmişin bütün olup bitenlerinin içinde saklı olduğu bir sandık misalidir. Bunun içinde savaşlar, barışlar, antlaşmalar, ticaret, askeri, sanat ve endüstriden tutun da bilmem diğer birçok ilişkiler yumağına kadar uzanan her şey vardır orada. Ama, o sandığın içindeki zamanı geçmiş sanılan her olay tarihi oluşturur.
* Buradan nereye geleceksiniz?
O sandık aynı zamanda senin kültürel mirasındır, yaşadıkların, hayallerin ve her şeyin vardır orada. Yani oradakilerin bazılarını alıp bir kısmını hiç görmezden gelemez, hiç üstünü açmadan bırakamazsın. Şöyle bir tarif ile dillendireyim: Tarih, sevdiklerinin alınıp, sevmediklerinin orada bırakılabileceği bir elbise dolabı değildir. Oradaki her şey senindir.
‘TARİH İLE MAGAZİNİ UZAK TUTMAYA ÇALIŞIYORUZ’
* Türk-Alman ilişkilerinde derin ve uzun ama heyecan verici konulara değiniyorsunuz. Bu alandaki eserlerinize okuyucuların ilgisi ne durumda?
Bizim alan rating’den pek hoşlanmaz. Bilimsel tarihi siyasete zorlamak ise insanların tarihe olan ilgisini alıp başka mecralara götürür. Dolayısı ile bildiği kadar konuşan, sakince anlatan ve kimse için bilgiyi eğip bükmeyen biriyim. Magazinsellikten uzak çalışmalara odaklanıyorum. Çalışmalarım elbette kitap ve yayın olarak çeşitli kurumlar tarafından yayınlanıyor ama, tarih ile magazini birbirinden uzak tutmaya çalışıyoruz. Bizim alanda olup da medyada sıkça yer almaktan hoşlananlar olsa da bilim insanı ortaya koydukarı ile gelecek nesillerere bir şeyler bırakabilenlerdir. Bütün gayretimiz Türk-Alman ilişkilerinde bu güne kadar ortaya koyulmayanları günyüzüne çıkarıp insanlığa sunabilmektir.
* Almanya’daki Türk kültürel mirasına ilgi duyan ve bu alanda çalışmalar yapmak isteyenlere de örnek oldunuz?
Kurmuş olduğumuz özel tarih enstitüsü ile çoğunluğu Alman, 30’dan fazla Türk-Alman ilişkileri alanında çalışma yapan genç araştırmacıya destek olduk. Türkiye’den Almanya’ya son 20 yılda 400’den fazla tarih ve sosyal bilimcinin gelmesine, burada çalışmalar yaparak inceleme, araştırma, konferans ve panellerde sunum yapmasına imkân sağladık. Doğrusu bir yol açıp, imkân sağlayıp öncü olduk.
‘FİNANSAL HİÇBİR DESTEK ALMADIM’
* Bütün bu çalışmaların finansmanını nasıl sağlıyorsunuz, yaptığınız çalısmaların profesyonel karşılığı çok da kolay değil?
Bireysel çalışmalarımı tamamen kendisi finase eden ve bu konuda hiçbir kurumdan destek aramayan biyiriyim. Program ve projemizi ortaya koyarak öncelikle bilimsel kuruluşlar ile paylaşırım. Şu ana kadar birçok çalısmamızda akedemik anlamda. Almanya ve Türkiye’nin kurumları çalışmalarımıza sahip çıkıp alan açarak imkân sağladılar.
* Sanırım Würzburg Üniversitesi en önemli destekçiniz?
Almanya içinde evet, üniversitenin birçok imkânını kullanabiliyoruz. Bu alanda iyi işler çıkardığınızı gören akademik kurumlar Almanya’da size gerçekten destek olurlar. Türk-Alman ilişkileri öncelikle daha çok araştırmacıya ihtiyaç duyulan bir alandır. Olumlu yaklaşımlar giderek artıyor. Yeni araştırma projelerini hayata geçirerek iki ülke ilişkilerine olumlu katkılar sağlamak istiyoruz.
*Türkiye ile Almanya arasında her 3 yılda bir yapılan sempozyumlar ile neyi amaçlıyorsunuz?
Öncelikle genç akademisyenlerin batıyı görmesi, Almanya’yı tanıması ve ve çalışmalarını batı literatürüne aktarma imkânını yakalaması önemlidir. Sempozyumların amacı aslında direk değil, indirektir. Genç akademisyenlere imkân sağlarsanız, içini kendileri doldurur.
BATI İLE REKABET İÇİNDE OLDUK
* Kültür tarihçiliği ciddi anlamda bir yorgunluğu da beraberinde getirir. Bunu fark ediyorsunuzdur?
Kesinlikle hayır, ben araştırırken kendi kütürümün izlerine rastlıyorsam, onu yorumlayıp şimdiki nesillerin dili ile onlara sunabiliyorsam bu, öncelikle evrensel kültüre hizmettir. Bunu yaparken zevk alabilmek, geleceği bu günden tahmin edip şimdiki nesillere sevdirip yarınlara ulaştırabilmek bir bilim insanı için tarifi mümkün olmayan bir mutluluktur.
* Geleceği bugünden okumak nedir sizce?
Biz Türkler asırlarca batı ile ciddi bir rekabet içinde olduk. Asırlaca süren bu yarışlarda karşılıklı bir etkileşim vardı. Bunun boyutları ve kapsamı konusunda çok az şey biliniyor şu an. Benim yaptığım geleceğe bırakabileceğim yazılı kayıtlarda ‘Türk Kültür tarihinin Almanya’daki İzleri’ zengin, kaynaklı ve yorumlu olmalı. Okuyan hakikaten o döneme ait yeni bir bakış açısını kaynakları ile görebildiğini anlamalı.
BİR ALMAN 100 YIL SONRA
Almanya’NIN TÜRKLERLE KÜLTÜREL DOKUSUNU
BENİM KALEMİMDEN ÖĞRENECEK
*Bu kalem de Latif Çelik’in olmalı diyorsunuz?
Elbette, geçen bir sahafta bir kitap buldum, 1903 yılında bütün Anadolu’yu baştan başa gezen bir Alman Seyyah’ın çalışması. Yüklü bir ücret ödedim ve kütüphanemin başköşesine koydum. Okuyunca kendi ülkemin kültürel dokusu hakkında çok az şey bildiğimi fark ettim. Bir Alman 100 yıl sonra benim çalışmalarımı okuyunca Almanya’nın Tükler ile ilgili kültürel dokusunu da benim kalemimden öğrenecektir. Hâlâ Türkiye asıllı olduğunu unutmayan Alman aileler, geriye bıraktığı vasiyetnamesinde kimsenin hakkı bende kalmasın servetimi bölüştürün diyen Karl Osman, opera inşaatı yarım kalan Wagner’e “Sanatçıların eserin eseri yarım kalmasın, şu kadar kese altın ile destek oluyor ve 3 koltuğu Türk milleti adına satın alıyorum” diyen Osmanlı Sultanı’nı nesiller benden öğrenecektir. Bu mutluluk tarif edilemez.
* Heyacanınıza ve mesleğinize olan aşkınıza doğrusu hayran oldum. Çalışmalarınız için sizi tebrik ediyorum. Son bir mesajınız varmı okuyucularımıza?
Türk-Alman ilişkileri oldukça bakir bir alan ve çok az şey biliniyor iki ülke arasındaki ilişkilerin derin köklerine dair. Yanlış anlaşılmak istemem ama bu alanda ortaya koyulan çalışmaların birçoğu da birbirinin kaynak göstererek tekrarından ibaret. İki milletin ortak kültür tarihi kodlarına ilgi duyan genç araştırmacı adaylarına yardımcı olmak istediğimizi belirtmek isterim.